FEMİNİZM PENCERESİNDEN ÖRSELENMİŞ KADIN SENDROMUNA VE ERKEK MEŞRU SAVUNMA KURUMUNA KISA BİR BAKIŞ-Av. YAĞMUR BİRDAL

0
288

 

FEMİNİZMİN PENCERESİNDEN ÖRSELENMİŞ KADIN SENDROMUNA VE ERKEK MEŞRU SAVUNMA KURUMUNA KISA BİR BAKIŞ

 

Bu yazı Yağmur Birdal’ın Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu 2022 tarihli tezinden üretilmiş ve bazı bölümler aynen alınmıştır.

 İnsanlığa yüzyılların tortusuyla sinmiş ev içi şiddetin sonuçlarını resmetmek biz hukuk eğitimi almış kadınlar için bile çok zor bir uğraş. Öğretilen hukuk sisteminin dışından bakabilmek, kitaplara göre adil olarak gözüken kararların içimizi ferahlatmadığını hissetmek ve bu hissin peşinden koşup patriyarkanın duvarıyla konuşmaya çalışmak zor.

Şiddet döngüsünün kadınların hayatını nasıl bir cehenneme çevirdiğini anlayıp halen ‘‘O zaman neden ayrılmamış, polise gitmemiş?’’ gibi mağdur suçlayıcı sorulara cevap verip sosyal medya vb. platformlarda dil döken feministlere teşekkür ederek şiddet döngüsünün bir başka boyutunu anlatmaya çalışacağım. Koca katillerini, cezaevlerini cennete benzetecek kadar yaşamamış, yaşayamamış o kadınları.

 Feminist adli ve klinik psikolog Lenore Walker, 1970’li yıllarda aile içi şiddete maruz kalmış 400 kadınla mülakatlar yapmış ve aile içi şiddetin etkilerini incelerken şiddet mağduru kadınların öğrenilmiş çaresizlik ile istismarcılardan kaçmalarını neredeyse imkânsız kılan bir “şiddet döngüsü” ne hapsolduğunu fark etmiştir. Şiddet mağduru kadınların, ilişkiyi terk etme girişimlerinin gereksiz bir çaba olduğunu keşfettiklerinde pasifize olmaya başladıklarını depresyon, korku, düşük özgüven ve travma gibi psikolojik sorunlar geliştirdiğini fark etmiştir.

Walker, kadınların istismara maruz kaldığı ilişkilerde yardım istemelerini engelleyen üç aşamalı bir “şiddet döngüsü” ne nasıl hapsolduklarını açıklamaktadır. Birinci aşamada kadın hafif düzeyde psikolojik ve/veya fiziksel şiddete maruz kalmakta ve şiddete maruz kaldığını ve dahası ilişkisinde sorun olduğunu kabul etmek istemeyip şiddeti kazara yapılmış bir eylem olarak gerekçelendirmeye çalışmaktadır. ‘‘Bir tokattan bir şey olmaz, bir tokat için yuva mı yıkılır’’ gibi sözleri hepiniz duymuşsunuzdur.

İkinci evre, şiddet evresidir. Büyük öfke patlamaları, psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddet açıktan ve kadının engelleyemeyeceği düzeydedir.

Üçüncü evre balayı evresi olarak adlandırılmakta ve failin özürleri bir daha asla yapmayacağına dair sözlerin verildiği ve hatta boşanırlarsa ya da ayrılırlarsa intiharla tehdit ettiği bir evredir. Walker sonraki çalışmalarında bu döngünün aynı sırayla işlemeyebileceğini ve hatta balayı evresinin hiç yaşanmadığı sadece failin şiddet uygulamadığı bir aralık olabileceğini de tespit etmiştir. [1]

Bu noktada kadınlar birçok sebeple ilişkiyi sürdürmeye karar verebilmektedir. Boşanırsa ekonomik olarak geçimini idame ettiremeyeceğini düşünmesi önemli bir etkendir. Çocuk bakımına ilişkin Türkiye’de sosyal desteğin ne kadar zayıf olduğunu ve kadınların nafakalarına nasıl göz dikildiğini anlatmaya gerek yok. Fail erkeğin ailesinin ve kendisinin çocukları göstermeyeceğine ilişkin tehditte bulunması, kadının psikolojik olarak manipüle edilmesi, kadının ailesinin gerekli desteği vermemesi hatta kadını kabul edip çocukları kabul etmeyeceklerini söylemeleri, failin kadına kredi, senet vb. borçlandırmalar yapmış olması, kadının ailesini ve kardeşlerini tehdit etmesi, kadının yapmış olduğu  şikayetlerin sonuçsuz kalması, koruma tedbirlerinin işe yaramaması vs. gibi ev içi alanın dışındaki birçok faktör de bu ayrılığın gerçekleşmemesinde önemli etkenlerdir. Yani kısaca, şiddet döngüsü sadece kadının öznenin kararına bağlı basit bir denklem değildir. Toplumsal alanın kendisi de , sosyal desteği sağlamayan etkin bir şekilde koruma ve önleme tedbirlerini uygulamayan devlet de önemli pay sahibidir. Çilem Doğan ve Aylin Işık kaçarak evlendiği için ailelerinin onlara şiddet karşısında destek olmadıklarını defalarca anlattı. Melek İpek, ailesinin, çocuklarının öldürülmesi tehdidi karşısında ilişkiyi sürdürmeye zorlandığını ve binlerce kadın koruma tedbiri almış olmalarına rağmen hiçbir etkin yaptırımın gerçekleştirilmediğini defalarca kamu ile paylaştı.

İşte bu döngüdeki kadını, anlayan, dinleyen ve yargılamayan bir yerden bakan feminist kriminologların, avukatların ve psikologların baktığı ve gün yüzüne çıkarttığı şey, uzun süreli sistematik şiddetin sonuçları hakkında dünyayı ve ceza adalet sistemini tekrar düşündürtmekti.

Walker’ın tanımıyla örselenmiş kadın eşleri veya partnerleri tarafından sürekli bir şekilde psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan kadındır. Örselenmiş kadın sendromu ise eş veya partner şiddetine bağlı olarak ortaya çıkan karmaşık travma sonrası stres bozukluğu semptomlarının sonucudur. Walker, 2009’da genişlettiği çalışmasında sendromun tanımlanabileceğini de göstermiştir. Walker’ın işaret ettiği husus bu sendromdan mustarip olduğu düşünülen bir kadının klinik bir inceleme ile tespit edilebilir olduğudur. Bu kadınlar eşlerini veya partnerlerine zarar verebilir ve ceza adalet sistemine dahil olabilirler.[2]

Başlamadan bir bilgi kirliliğini gidermek gerekecektir. Her örselenmiş kadın sendromundan mustarip kadının öldürme veya yaralama eylemi gerçekleştirdiği gibi bir husus söz konusu değildir. Nasıl her şizofreni hastalığından mustarip kişi birini öldürmüyorsa bu sendromdan mustarip her kadında cinayet işlemiyor. Ya da şiddet uygulayan kocasını öldüren her kadın bu sendromdan mustarip olmak zorunda da değil.

            TÜRK CEZA HUKUKU’NDA MEŞRU SAVUNMAYI,  ÖLDÜREN KADINLAR İÇİN YENİDEN DÜŞÜNMEK

Uzun süreli sistematik şiddete maruz bırakılmış ve şiddet uygulayan eşini veya partnerini öldüren ya da ağır yaralayan kadınlarının davalarını iki kategoriye ayırmak  mümkündür. Bunlardan ilk grup kadının eşini veya partnerini saldırı esnasında yani eşin ona şiddet uyguladığı bir esnada öldürdüğü veya ağır yaraladığı davalardır. Kadının saldırı esnasında faili öldürdüğü eylem ABD ve birçok ülkede geleneksel meşru savunma doktrinine uygun olduğundan eyleme ilişkin delillerin toplanması, uzman görüşü gibi deliller daha kolay kabul edilmektedir. Bu eylemi gerçekleştiren kadının örselenmiş kadın sendromundan mustarip olup olmadığının tespiti için bir uzman görüşünün alınması çok az tartışma konusudur. Diğer kategorideki davalar ise saldırgan eşin şiddete ara verdiği tv izlediği, uyuduğu, uzandığı herhangi bir tehdit oluşturmadığı anda kadının eşini veya partnerini öldürdüğü veya ağır yaraladığı davalardır. Bu kategorideki davalar hukukçular ve yargı merci tarafından meşru savunma kapsamında değerlendirilip değerlendirilmemesi bakımından halen tartışma konusudur. [3]

Türkiye’de de ceza adalet sisteminde uzun süreli sistematik şiddete maruz bırakılmış ve şiddet uygulayan eşini veya partnerini öldüren ya da ağır yaralayan kadınlar gündem olmuş ve bu kadınların ceza yargılamalarında eylemlerinin nasıl değerlendirileceği tartışma konusu olmuştur.

Yargıtay’ın, yerel mahkemelerin ve doktrindeki dikkat çeken ve taraftar bulan görüşleri kısaca sıralayacak olursak[4] haksız tahrik, meşru savunmada heyecan ve korku, telaş nedeniyle sınırın aşılması, hata, yasak hatası, meşru savunma şeklindedir.

Biz burada katıldığımız görüşü yani örselenmiş kadın sendromundan mustarip ve eşlerini ya da partnerlerini öldüren ağır yaralayan kadınların eylemlerinin meşru savunma kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünü nedenleri ile açıklamaya çalışacağız.

Meşru savunma 5237 sayılı TCK’nın 25’inci maddesinin ilk fıkrasında “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anında hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” şeklinde düzenlemiştir.

Meşru savunmanın koşulları savunmaya ve saldırıya ilişkin koşullar olmak üzere iki ana başlıkta incelenir. Saldırıya ilişkin koşullar; saldırının haksız olması, saldırının bir hakka yöneltilmiş olması ve halen mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının olmasıdır. Savunmaya ilişkin koşullar ise savunma ile saldırının orantılı olması, savunmanın zorunlu olması, savunmanın saldırana karşı gerçekleştirilmesidir.

Örselenmiş kadın sendromu bakımından Türk Ceza Kanunu’ndaki meşru savunmaya ilişkin koşulların tartışmalı olduğu hususlar, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının bulunması, saldırının halen mevcut olması ve savunmada zorunluluk olması ve savunmanın orantılı olması şeklinde özetlenebilir.

Mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırı zorunluğu devam eden, başlamamış ancak başlaması muhakkak olan, aynı şekilde bitmiş olmasına rağmen tekrarı muhakkak olan saldırı mevcut bir saldırı sayılırken, doktrinde muhtemel bir gelecekte saldırıda bulunacaktı düşüncesiyle saldırıya geçme eylemlerinin hukuka uygun kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Saldırı sona erdikten sonra saldırıya maruz kalan kişinin eylemleri meşru savunmanın dışında kalarak haksız tahrik hükümleri kapsamında değerlendirilmektedir.

Uzun süreli sistematik şiddete maruz kalan bir kadın açısından saldırı eyleminin varlığının tespiti önemlidir. Örselenmiş kadın sendromu, şiddet eyleminin sürekliliğinin yaratmış olduğu psikolojik reaksiyonlarla birlikte mağdur kadında her an tekrarlanabilir bir saldırının algılandığına işaret etmektedir.

Şiddet  mağduru kadının her ne kadar pasifize olduğu yaygın kanaati olsa da kadınların kolluktan, ailelerinden, çevrelerinden bu döngüden çıkmak için yardım istemektedirler. Ancak gösterilen çabaya rağmen kadınların karşılaştıkları duygusal, sosyal, ekonomik vb. engeller ilişki içinde kalmalarına neden olmaktadır. Şehir değişiklikleri, sığınma evleri, koruma tedbirleri dahi saldırgana karşı kadını koruyamayabilmekte ve hatta şiddetin boyutunu arttırabilmektedir. Kadınların hapsoldukları şiddet döngüsü düşünüldüğünde ve hiçbir koşulda kurtulamadıkları şiddetin gölgesinde sürdürülen bir yaşam dikkate alındığında, o an için mevcut bir saldırı bulunmasa dahi, tekrarlanması muhakkak bir saldırı söz konusudur. Uzun süreli sistematik şiddete maruz kalmış bir kadının sessizlik sürecini veya saldırının sonlanmasını şiddet davranışlarına verilen bir ara olarak nitelendirmesi bu koşullar halinde kuvvetle muhtemeldir.[5]

Uzun süreli sistematik şiddete maruz kalmış bir kadının saldırıyı anlama ve savunma eylemi, sendromun tespiti olmadan klasik ve dar bir yorumlama ile kalacaktır. Çünkü kadının şiddet döngüsü içerisinde geçirdiği süre ve öğrenilmiş çaresizliğe sebep olan koşullarda, kadının “makul insan”ın algılama ve anlayışına sahip olduğunu düşünmek bizi kadının özgül koşullarını anlamaktan ve adil bir yargılamadan uzaklaştıracaktır.

Geleneksel meşru savunma anlayışı, âni bir saldırı karşısında kişinin kendini savunması olarak tasvir edilse de feministlerce bu tasvir barda kavga eden iki erkeğin tasvir edilişi olarak nitelendirilmiştir. Erkek performansının saldırı ve savunma pratiklerinin ceza hukukunda yer almasından ibaret olarak görülmüştür. Ancak, örselenmiş kadın sendromunun tartışıldığı olaylarda, kadın şiddet geçmişinden kaynaklanan ağır bir saldırı tehdidi altında olmakla birlikte savunma eylemini gerçekleştirdiği esnada saldırı halen mevcut olmayabilir. Saldırgan uyuyor, televizyon izliyor veya bahçede çiçekleri suluyor olabilir veyahut olay esnasında saldırının mevcut olup olmadığını sorgulatacak uzun bir zaman aralığı olabilir.[6]Bu durumda savunmada zaman bakımından sınırın aşılmış olduğu veya gerçekte saldırının sona ermiş olmasına rağmen saldırının devam ettiği yönünde kadının hataya düştüğü düşünülebilir. Saldırının gerçekte sona ermiş olması her iki görüşün hareket noktası olsa da örselenmiş kadın sendromundan mustarip kadın için durum oldukça farklıdır.[7]

Şiddet mağduru kadın, şiddet eylemi esnasında uğramış olduğu yoğun şiddet nedeniyle güç asimetrisi de düşünüldüğünde bir bakıma cevap verecek durumda değildir. Saldırı karşısında hareketsiz ve tepkisiz kalmış olabilir. Kadın maruz kaldığı saldırı bittikten sonra korkusunun üstesinden gelmeye başlar. Bu süre. saldırı ile savunma arasında geçen sürenin tüm koşullar değerlendirildiğinde standart meşru savunma tasarımında beklenen savunma davranışının, neden saldırıdan belirli bir süre sonra gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Şiddet uygulayan partnerin uyuma, televizyon seyretme, yemek yeme gibi davranışları saldırı bakımından anlık ara olarak kabul edilmelidir.[8]

Türkiye’deki yargı kararlarında da eşlerine yönelik  öldürme suçu işlemiş kadınlarda karşımıza çıkan ortak özellik sistematik şiddetten mustarip oluşlarıdır. (Bkz. Çilem Doğan Davası, Aylin Işık Davası, Melek İpek Davası) Yargıtay, bazı olaylarda saldırının mevcut olmadığı bir anda öldürme eylemini gerçekleştiren kadının beyanından veya ilgili delillerden tekrarı muhakkak saldırının varlığının tespiti halinde, meşru savunma hükümlerini uygulamaktadır. Yargıtay benzer kararlarında saldırının gerçekleşmesinin muhakkak olup olmadığını değerlendirmekte ve bu değerlendirmeyi yaparken dikkate aldığı ölçütlerden biri de failin olay öncesindeki söz ve davranışları olmaktadır. Ayrıca Yargıtay, olayı daha geniş bir zaman diliminde ele almaktadır. Sadece saldırıdan hemen önce saldırı ânındaki koşulları değil, uzun süredir tekrarlanan bir saldırının varlığını da dikkate almaktadır.

Emsal niteliğinde bir karar olduğu düşünülen Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, 13.07.2011 tarihli (2011/1267 Esas Sayılı, 2011/4491 Karar Sayılı Kararı), kararına konu olay şu şekildedir: Biyolojik babası tarafından cinsel saldırıya maruz kalan genç bir kadın evlenerek aile evinden uzaklaşmasına rağmen babası tarafından bir şekilde evliliği sonlandırılmıştır. Aile evine dönen kadına karşı babasının cinsel saldırı eylemleri devam etmiştir. Hatta bitmek bilmeyen cinsel saldırı eylemlerinde ısrarcı olan babasından hamile kalan kadının kürtaj yaptırdığı mahkemece ispatlanmıştır. Cinsel saldırı eyleminde ısrarcı olan babanın cinsel saldırıya tekrar teşebbüs edeceği korkusuyla babasını odasına girdiği bir anda öldüren kadının eylemi Yargıtay tarafından tekrarı muhakkak bir saldırı olarak değerlendirilmiş ve meşru savunma kapsamında kabul edilmiştir. Ancak Yargıtay benzer bazı olaylarda ise haksız tahrik hükümlerini uygulayarak çelişkili kararlar vermektedir.[9]

Yerel mahkemeler de bazı kararlarında uzun süredir şiddete uğrayan kadının istismarcı eşinin herhangi bir saldırısının olmadığı bir zamanda gerçekleştirdiği eylemin meşru savunma kapsamında olduğuna karar vermektedir.[10]

Konumuz bakımından önem teşkil eden ve savunmaya ilişkin koşullardan bir diğeri ise savunmanın zorunlu olması koşuludur. Bir kişinin saldırgana zarar vermeden maruz kaldığı saldırıyı bertaraf etmesinin veya kurtulmasının mümkün olmadığı durumlarda savunmada zorunluluk şartı gerçekleşmiş olur. Savunma zorunlu ve gerekli hale gelmiştir. Bu zorunluluk her somut olayın şartlarına göre değerlendirilmektedir. Yaygın kanaat ve Yargıtay’ın genellikle ifade ettiği üzere saldırıya maruz kalan bir kişinin kaçma yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Saldırının mevcut olması zorunluluk koşulunun tespitini kolaylaştırmakta ve gelecekteki muhtemel saldırıyı bertaraf edebilmek için başka bir alternatifin bulunmaması halinde savunmaya geçmek zorunluluk olarak değerlendirilmektedir.[11]

Türkiye’de birçok yargı merciinde kadının saldırıyı başka türlü defetme olanağının olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Kadın şiddet gördüğü ilişkiden ayrılabilir, sığınma evine gidebilir veya polise başvurabilir, denmektedir. Kısacası şiddete maruz bırakılan bir kadının muhtemel gelecekteki bir saldırıdan kamu kurumlarına başvurarak korunabileceği ifade edilmektedir. Ancak bu döngüden çıkmak için gösterilen çabaya rağmen kadınların karşılaştıkları duygusal, sosyal, ekonomik vb. engeller ilişki içinde kalmalarına neden olmaktadır. Şehir değişiklikleri, sığınma evleri, koruma tedbirleri dahi saldırgana karşı kadını korumayabilmektedir. Örneğin Taşkın, defalarca evden kaçan ancak istismarcı eşi tarafından bulunarak tekrar şiddet döngüsüne geri dönen ve şiddeti önlemekte kolluk birimlerinin desteğinin yetersiz kaldığı bir durumda kadının savunmada bulunmasında zorunluluk koşulunun gerçekleştiğini belirtmiştir.[12]

Kanaatimizce saldırının mevcut olup olmadığına ilişkin tereddüte Ann Scales’in Legal Feminism: Activism, Lawyering and Legal Theory (2006) kitabından bir alıntıyla cevap vermek öncelikle uygun olacaktır: “Gerek duyulduğunda inançlarımızı ve stratejilerimizi gözden geçirmeye hazır olmalıyız, çünkü tecrübe herhangi bir indirgeyici veya katı yaklaşım tarafından kavranamayacak kadar karmaşıktır”. [13] Saldırının tamamlandığını düşünmek iyi niyetli bir okumayla aynı evde yaşayan ve sürekli irtibat halinde olan mağdur/fail kadın ile istismarcının ilişkisinin dinamiklerinin, kanun koyucu ve uygulayıcılar bakımından anlaşılmadığını veya bilgi eksikliğini göstermektedir. Diğer yandan bu kanaat, kadına şiddetin normalleştirildiği ve küçümsendiği bir algının da tezahürüdür. Yüzyıllardır şiddete uğrayan kadınlar istismarcılarını öldürmüyor da bu kadınlar neden öldürüyor sorusuna verilen cevap ise bu yeni model kadının fazla hassaslığı olarak zımni olarak ifade edilmektedir.

Peki ya gerçek bu değilse canına tak eden kadınlar hep var olmuş ise?19 Örneğin Guilina Tofana adlı ünlü bir zehir satıcısı İtalya’da 17. yy.’da eşlerinin şiddetinden ve zulmünden bıkmış kadınlara Tofana Suyu adlı kendi ürettiği zehri satmasıyla bilinmektedir. Yakalandığında ise 600 evli erkeğin ölümünden sorumlu tutulmuştur. 19. yy’da eşlerinden boşanamayan, eziyet gören onlarca kadının arsenikle, aksülümenle eşlerini öldürdüğü Osmanlı Mahkeme kayıtlarına yansımıştır.[14]Eşlerini öldüren farklı tarihlerdeki bu kadınların deneyimi ile 21. yy’daki kadının deneyimi kamusal alanda farklılaşsa da özel alanda maalesef tam olarak farklılaşmamıştır. 17. yy’da eşinden şiddet gören ve boşanamayan kadın, 21. yy’da da benzer bir pozisyondadır. Kadına şiddetin feministlerce deşifre edilerek kamusal müdahaleye ilişkin ihtiyaç çağrısı, bugün halen tam olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayamamıştır. Bu nedenle kanaatimizce saldırının varlığını ve tekrarının muhakkak oluşunu kabul etmek için sadece hukuk pratiğine değil, toplumsal alana biraz olsun bakmak yeterli olacaktır.

Örselenmiş kadın sendromunun meşru savunma kapsamında değerlendirilmesine ilişkin görüşün, Türk Ceza Hukuku öğretisinde taraftar bulamayışının esas sebebi kamu vicdanını rahatsız eden bir sosyal olguya, feminist analiz yapılmadan mevcut hukuk ile çare bulunmaya çalışılmasıdır. Erkek egemen toplumlarda, erkek görüşü nesnel ölçüt olarak kabul edilmektedir. Feminizm ise nesnel ölçütün bir mit olduğunu ortaya koyar. Nasıl ki hukuk, hayat ile kanunlar arasındaki ilişkinin kuramıysa, feminist bir perspektiften bakıldığında, erkek üstünlüğüne dayalı hukukun hayat ile hukuk arasındaki asli ölçütünün yine erkek bakış açısı olduğu tespit edilir.[15] Erkek iktidar sahiplerinin hazırlamış olduğu yasaların erkek gerçekliğini yansıttığı açıktır. Erkeklerin dünyasında şiddet ve şiddet deneyimleri kadınların maruz kaldığı şiddet deneyimleri ile paralellik göstermez. Kadınlar, bu nedenle maruz kaldığı şiddeti mevcut hukuk sisteminde bir yere yerleştirmekte güçlük çekmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun uygulama ve pratiği de bu durumu ortaya koymaktadır.

Türk Ceza Kanunu bakımından bir kadına yönelik tokat, yumruk gibi bir şiddet eylemi gerçekleştirilmesi kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilmektedir. Kadına yönelik bu eylemlerin uzun süreli hale gelmesi ise eziyet suçunu oluşturmaktadır. Ancak uygulamada birçok şikâyet yahut şiddet eyleminin tespitine rağmen kadınların maruz kaldığı şiddete ilişkin etkin ve kapsamlı bir müdahale yürütülmemektedir. Çünkü kanun koyucu ve uygulayıcılar için kadının deneyimleri veya ısrarlı şikâyetleri daha büyük bir suçun öncüsü olarak nitelendirilmemektedir. Israrlı takibin veya uzun süreli sistematik şiddetin nihayetinde öleceğini belirten kadınların beyanları ciddiye alınmamaktadır. Çünkü mevcut hukuk sistemi bu deneyimi gözetmemektedir. Bu deneyimi gözetmeyen bir hukuk düzeni içinde, şiddet sarmalından mustarip bir kadının eylemleri, meşru savunma gibi sadece erkek deneyimini gözeten bir içtihat hukukunda da yerini alamamaktadır. Bu nedenle geleneksel meşru savunma doktrininin değiştirilmesi gerektiğini savunan görüşe katıldığımızı belirtmeliyiz.

Erkek deneyiminden ibaret olan geleneksel meşru savunma doktrini, kadın deneyiminin farklılığını gözetememektedir. Kadın deneyimini meşru savunma içtihadına yerleştiremediği ve diğer hukuki araçlarla da adaleti sağlayamadığı açıktır. Kadınların maruz kaldığı şiddeti istisnai bir durum olarak görme yanılgısı meşru savunma doktrininin kadın deneyimini eşit derecede makul görmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır.

Kadınların deneyimlerinin farklılığı makul insan kavramının sınırlarına dahil edilememektedir. Örselenmiş kadın sendromunun tespiti kadınların uzun süreli sistematik şiddet neticesinde nasıl makul bir insan gibi davranamadıklarının tespiti değil, aksine kadınların yaşam deneyimlerinin bir serencamıdır. Kadınlar az veya çok, yoğun veya seyrek olarak şiddete maruz kalabilmektedir. Bu deneyim kadınların hukuki düzlemde kendi dillerini, kendi tanımlarını oluşturmasına sebep olmaktadır.

Nasıl ki ısrarlı takip daha çok kadın deneyimini yansıtmaktaysa yani mağdurları daha çok kadınlar olan bir suç tipiyse, kadına yönelik şiddetin mevcut olduğu bir durumda, saldırının halen mevcut olduğuna ilişkin tehdidi hissetme ve buna ilişkin savunmanın zorunlu ve orantılı olduğuna ilişkin kavrayış ve idrak bir kadın deneyimidir. Her sabah kapısının önünde eski eşini gören kadınların, boşanmasına rağmen eski eşinin cinsel saldırısına maruz kalan kadınların, aynı evin içinde yemek tuzlu oldu diye gün aşırı şiddet gören kadınların sayılarının azımsanmayacak kadar çok olduğuna ilişkin deşifrasyon, saldırının halen mevcut olduğuna ilişkin kabulü tekrar düşünmeye sevk etmelidir. Bu nedenle de kadınların başka bir gerçekliğinin var olduğu kabul edilerek, meşru savunma doktrinde saldırının halen mevcut olduğuna ilişkin hususta kadın deneyimi eşit derecede makul görülmelidir. Uzun süredir şiddet uygulayan, tehdit eden, ısrarlı takipte bulunan eş/partner, kadına yönelik saldırısını devam ettirdiği müddetçe bu eylemlerin kesintisiz olarak bir saldırıyı oluşturduğu kabul edilmelidir.

Örselenmiş kadın sendromunun meşru savunma kapsamında sayılmasının intikam saikiyle işlenen cinayetleri maskeleyeceği iddiası ise kanaatimizce hukuki ve nesnel bir kaygı olmaktan ziyade erkek imtiyazlarının zedelenmesi korkusundan ibarettir. Örneğin, kadın mücadelesi ataerkil kodları arkasına alan haksız tahrik kurumunun topyekûn kaldırılması için bir mücadele verseydi bu bir hukuk normuna ilişkin haksız bir mücadele olacak ve politik olarak daha evvel kadınlara zarar vermiş bir müesseseye hukuk gözetmeden saldırmak olacaktı. Ancak feminist kadınların meşru savunmanın koşullarının cinsiyet temelli değerlendirilmesine ilişkin talebinin böyle bir kaygısı veya hukuk araçlarını işlevsizleştirme gibi hukuk dışı bir talebi yoktur. Bu eleştiri, evlilik içi cinsel saldırıyı kabul edersek boşanma davalarında intikam saikiyle kadınlar bu kanunu kullanır demekle aynı tarihsel korkudan beslenmektedir.[16]

KAYNAKÇA

Birdal Yağmur. ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu’’.Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2022.

Ergüne, Elif ve Demiel,Muhammed, ‘’Müteaddit Defa Cinsel Saldırı Suçunun Mağduru Olan Kadının ‘Muhtemel Cinsel Saldırıya’ Binaen Faili Öldürmesine İlişkin ‘Birbiriyle Çelişen’ İki Yargıtay Kararının Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Türkan Rado’nun Anısına Armağan,723-737. İstanbul:Oniki Levha,Yayınları,2020.

Eroğlu,Fulya  ve  Özeroğlu Alev ‘’Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Sendromunun Meşru Savunma Açısından Değerlendirilmesi’’.Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 5/1(2020):1405-1431.

Küçüktaşdemir, Özgür. ‘’Ceza Hukukunda Örselenmiş Kadın Sendromu.’’. Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1/1(2015): 547-585.

Mackinnon, Catharine A., Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru. Çev. Türkan Yöney. İstanbul: Metis Yayıncılık. 2015

Scales ,Ann, Hukuki Feminizm Aktivizm, Savunma ve Hukuk Kuramı. Çev., F.C. Akçabay.Ankara: Dost Yayınevi,2006.

Taşkın,Ozan E. ‘’Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu: Meşru Savunma mı,
Mazeret Nedeni mi?’’, Ceza Hukuku Dergisi 7/20 (2012).

Türker, Ebru Aykut ,’’Alternative claims on justice and law: Rural arson and poison murder in the 19th century Ottoman Empire’’. Yayınlanmamış Doktora Tezi,  Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi Enstitüsü,İstanbul. 2011.

Tütüncü, Efser Erden, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu, Argümanının Türk Hukukunda Meşru Savunma Kapsamında Uygulanabilirliği Üzerine Düşünceler,’’  Fasikül Hukuk Dergisi 11/111 (2019):469-489.

[1]Yağmur Birdal, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu’’,(Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022),45.

[2] Birdal, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu’’,44-45..

[3] Birdal, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu’’,64.

[4] Detaylı bilgi için bknz. Birdal,’’Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu’’,79-115.

[5] Efser Erden Tütüncü, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu, Argümanının Türk Hukukunda Meşru Savunma Kapsamında Uygulanabilirliği Üzerine Düşünceler’’,  Fasikül Hukuk Dergisi 11/111 (2019):76.

[6] Fulya Eroğlu ve  Alev Özeroğlu. ‘’Kötü muameleye maruz kalmış kadın sendromunun meşru savunma açısından değerlendirilmesi’’.Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 5/1(2020):1420

[7] Erden Tütüncü, ‘’Örselenmiş Kadın Sendromu” Argümanının Türk Hukukunda Meşru Savunma Kapsamında Uygulanabilirliği Üzerine Düşünceler’’,76 -77.

[8]Ozan E. Taşkın, ‘’Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu: Meşru Savunma mı,
Mazeret Nedeni mi?’’, Ceza Hukuku Dergisi 7/20, (2012):113.

[9] Detaylı bilgi için bkz. Elif Ergüne. Muhammed Demirel ‘’Müteaddit Defa Cinsel Saldırı Suçunun Mağduru

Olan Kadının ‘Muhtemel Cinsel Saldırıya’ Binaen Faili Öldürmesine İlişkin ‘Birbiriyle Çelişen’ İki Yargıtay Kararının Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Türkan Rado’nun Anısına Armağan, (İstanbul: Oniki Levha, 2020),723-737.

[10] Sakarya’da uzun süredir şiddet gören kadının istismarcı eşini, uykusunda boğduğu olayda, sanık kadının berat ettiği benzer karar örneği için bkz. Özgür Küçüktaşdemir, ‘’Ceza hukukunda örselenmiş kadın sendromu’’ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015, 1/1,(2015)549.

[11] Taşkın, “Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu: Meşru Savunma mı, Mazeret Nedeni mi?”,112.

[12] Taşkın, ‘’Kötü Muameleye Maruz Kalmış Kadın Reaksiyonu: Meşru Savunma mı,
Mazeret Nedeni mi?’’,113.

[13] Ann Scales, Hukuki Feminizm Aktivizm, Savunma ve Hukuk Kuramı. Çev., F.C. Akçabay, (Ankara: Dost Yayınevi,2006), 27.

[14] Ebru Aykut Türker, Alternative claims on justice and law: Rural arson and poison murder in the 19th century Ottoman Empire. (Yayınlanmamış Doktora Tezi,  Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi Enstitüsü,İstanbul. 2011), 265-302.

[15] Catharine A. Mackinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru. Çev. Türkan Yöney, (İstanbul: Metis Yayıncılık. 2015),272.

[16] Bu bölüm Yağmur Birdal’ın Örselenmiş Kadın Sendromu ve Kadın Suçluluğu 2022 tarihli tezinin  ‘’Örselenmiş Kadın Sendromunu Meşru Savunma Kapsamında Değerlendiren Görüşler ‘ ’başlığından  aynen alınmıştır.

 

 

Örselenmiş Kadın Sendromu Tog

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz