ENGELLİ KADINLAR VE ŞİDDET TANIKLIKLARI
Av. Özlem Kara – Adana Barosu
Kadınlara yalnızca kadın olmaları nedeniyle yönelen şiddet, engelli ve kadın kimliklerinin kesişimsel bir varlık alanı olarak, engelli kadınlar üzerinde farklı yansımalarıyla yaşanmaktadır.
Bu nedenle, bir mücadele alanı olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelede, farklı ihtiyaç ve deneyimlerin dışarıda bırakılmaması, yürütülen mücadelenin etkili sonuçlar ortaya çıkarması yönüyle önemli.
Şiddetle mücadele süreçlerinde farklılaşan ve derinleşen gerçekliklerle karşılaşacağı öngörülen kesişimsel bir kimlik olarak engelli kadınların özellikle şiddetle mücadelenin temel kaynakları olan bilgilendirici araçlara erişimlerinin yarattığı olanaksızlıklar, engelli kadınların şiddetten korunma ya da şiddet sürecinde mücadele mekanizmalarına erişimlerini güçleştiriyor.
Gerek toplumsal cinsiyet ve gerekse de engelliliğe yönelik önyargılar, engelli kadınların yaşadıkları özellikle psikolojik, fiziksel ya da cinsel şiddetin görünürlüğünün önüne geçiyor. Daha çok yardım veya destek sunma bahanesiyle, görme engelli kadının bedenine beklenmedik şekilde (beline-omzuna) dokunma, elini tutma gibi eylemler, “yardım etmek istemiştim” bahaneleriyle örtülmeye çalışılıyor.
Aynı şekilde, tekerlekli sandalye kullanan bir kadının, rızası olmaksızın sandalyesine müdahale etme eylemi de tekerlekli sandalye kullanan kadınlar tarafından mahremiyet alanlarına yönelen bir taciz eylemi olarak ifade edilmektedir.
Tekerlekli sandalye kullanan bir kadını sandalyesinden düşürme, engelli kadının tekerlekli sandalye, baston ya da yardımcı araçlara erişimini engellemek, engelli kadınlara yönelik fiziksel şiddet şekilleri olarak yaşanıyor.
Görme ve zihinsel engelli kadınların cinsel şiddet failini (diğer şiddet şekilleri için de geçerli olabilmekte) tanımlamakta yaşadıkları olumsuzluklar, failin belirlenmesini güçleştiren engellerden.
Hareket kısıtlılığı bulunan ve tekerlekli sandalye kullanan serebral palsili bir kadına, aile bireyleri (baba ve kız kardeş) tarafından fiziksel şiddet uygulandığında, hareket sınırlılığı bulunan kadının hızla hareket ederek, şiddet ortamından uzaklaşma ve kendisini koruyabilme yöntemleri olanaksızlaşmaktadır. Bu ve benzeri durumlar, engelli kadınların şiddetin daha derin etkilerine maruz kalabildikleri sonuçlar ortaya çıkarabildiği anlamı taşıyor.
Engelli kadınlar aynı zamanda, kadın ve engelli olmaları nedeniyle katılım alternatifleri dışında bırakılarak psikolojik şiddete maruz bırakılıyor. İş ya da arkadaş çevresi tarafından planlanan etkinliklere “etkinliğe katılımı organize edemeyeceği” düşünülen ve onun yerine kendisine sorulmadan karar verilen Down Sendromlu kadının dışarıda bırakılarak, yetersizlik ve güçsüzlük duygularıyla baş etmek zorunda bırakıldığı bir olayda, eğlence etkinliği herhangi bir sorun görülmeksizin aynı grup tarafından sosyal medya alanlarında paylaşılarak, “dışarıda bırakma” eylemi olağanlaştırılabiliyor. Bu davranışların çoğu kez, “iyi niyet duygularıyla ve zaten nasıl gidip gelecektin” gibi “korumacı” duygularla gerçekleştirildiği bahaneleri, “bireyin özerkliği” ve “iradesini” hiçe sayan sonuçlar ortaya çıkarması yanında uzun vadede psikolojik şiddet izlerini derinleştiriyor.
Şiddetin, şiddete uğrayan üzerinde ortaya çıkardığı, güvensizlik, güçsüz hissetme, korku ve kaygı gibi durumlar, şiddete maruz bırakılan engelli kadınlar olduğunda, engelliliğe dayalı önyargı ve ayrımcı davranışlara maruz kalmanın yarattığı olumsuzluklarla birleşerek, engelli kadının yaşadığı travma derinleşiyor.
İşitme engelli kadınlarla, yakınlarına giderek göz teması ile iletişim kurmak yerine çalışma arkadaşları tarafından uzaktan silgi bant gibi cisimler atılarak bir şeyler anlatılmaya çalışılması da işitme engelli kadınların sıkça karşılaştıklarını ifade ettikleri fiziksel şiddet eylemleri olmakta.
Flört sürecinde pek çok engelli kadın, engelli olmaları nedeniyle, partnerleri tarafından “yetersiz” oldukları ithamlarıyla karşı karşıya kalmaları yanında, engelli olmaları nedeniyle “kadın” gibi olmadıkları gerekçesiyle partner olmaya değer görülmediklerini ve psikolojik şiddete maruz bırakıldıklarını paylaşıyor.
Ensest faili babanın, istismar eyleminin ikiz kızlarından nörolojik yeti kısıtlılığı yaşayan kızına yönelttiği başka bir olayda, engelli olmayan diğer kız kardeş, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark ettiğinde, kız kardeşini korumak için babalarına karşı koyarak, onu yakınından ayırmamaya çalıştığını paylaşıyor.
Bu ve benzeri pek çok olayda, engelli kadın ve kız çocuklarının, faile karşı koyamayacak kısıtlılıklarının ya da faili tanımlayabilme olanaklarının yarattığı olumsuzluklar nedeniyle, şiddet karşısında yaşayacakları etkiler derinleşiyor.
Tespitler, Engelli kadınların maruz bırakıldıkları şiddetin, önemli ölçüde, bakım ve rehabilitasyon merkezleri gibi kapalı kurumlarda yaşanan ve kurum personelinden yönelen şiddet eylemleri olduğunu gösterse de, bu kurumlarda yaşananların neler olduğunu bilmek ya da tanıklıkları izlemek de kapalı kurumların izlenmesi olanaklarından yoksun bulunmamız nedeniyle, pek olanaklı görünmüyor.
Tacizin genellikle “yardım ya da destek” bahanesiyle ve “iyi niyetli” duygularla gerçekleştirilmesi yanında, şiddete uğrayanın yaşadıklarını ifade ederken yaşanan zorluklar, şikâyet süreçlerinde engelli kadın ya da ailenin şikâyetinin, kolluk birimleri tarafından çoğunlukla “ciddiye” alınmayarak etkili soruşturma yapılmaması sonucunu doğuruyor.
Engelli kadınların sokakta, evde, bakımevlerinde ve okulda uğradıkları şiddet, herkes tarafından bilinen ancak, yüksek sesle dillendirilmeyen gerçeklerden. Engelli kadınların yaşadıkları şiddetin görünürlüğü sorunlarını, kadına yönelen şiddetle mücadelenin bir parçası kabul ederek, yaşanan deneyimleri “eşit ilişkilenme” perspektifiyle birlikte güçlenme alternatifleri yaratmak, mücadelenin etki ve kapsayıcılığını büyütecektir.